Tarihin başlangıcından beri gökyüzüne bakıp yıldızların arasında dolaşmak isteyen insanoğlunun uzay yolculuğu hikayesi 20. yüzyılın başında başlamıştır. 1900’lü yılların başlarında, Jules Verne ve Herbert George Wells’in daha önceden yazmış oldukları bilim-kurgu kitaplarının da etkisiyle, uzay yolculuğu hakkında bir nevi bilimsel patlama yaşanmıştır. Fakat bu bilimsel patlama 1. Dünya Savaşı’nın ardından 1930’lu yıllarda ayak sesleri duyulmaya başlayan 2. Dünya Savaşı sırasında silahlanma için kullanılmıştır. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın yapmış olduğu araştırma ve denemeler silah olarak kullanılmak için yapılmış olsa da bu araştırmalar sonucunda uzaya ulaşan ilk roket Almanların ürettiği V-2 roketi olmuştur. 2. Dünya Savaşı bitimi ile Almanya’nın bilimsel gelişmelerinden yararlanmak isteyen Amerika ve Sovyetler Birliği arasında büyük bir rekabet başlamıştır. Bu rekabet 1957 yılında iki ülkenin de uzaya bir yapay uydu göndereceğini açıklamasıyla Uzay Yarışı’na dönüşmüştür. Fakat bu Uzay Yarışı sırasında yapılmış olan uçuşlar uzun süreli olmadığı için insanların uzay ortamında uzun süre kalmasının etkileri hakkında yapılan araştırmalar 1970’li yıllardan sonra yapılmaya başlanan uzay istasyonları sayesinde hızlanmaya başlamıştır. 1998 yörüngeye ilk parçası oturtulmuş olan Uluslararası Uzay İstasyonu ise günümüzde insan vücudunun uzay ortamına nasıl alıştığı hakkında bizlere değerli bilgiler vermektedir.
2004 yılında Amerika’nın uzay programı olan NASA’nın odağını astronot sağlığı ve uzayda uzun süreli keşif görevlerine, örnek olarak Mars keşif görevleri, çevirmesiyle kurulmuş olan İnsan Araştırma Programı uzun süreli uzay yolculuklarının insan vücudu üzerindeki etkilerini araştırmaktadır. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda ve Dünya üzerindeki birçok araştırma merkezlerinde devam eden çalışmalar sayesinde uzay yolculuklarının insan vücudu üzerindeki etkileri 5 grup altında toplanabilmiştir. Gelecekte yapılması planlanan Mars keşif görevleri için önemli olan bu etkiler sırası ile radyasyonun, izolasyonun, Dünya’dan mesafenin, yerçekiminin ve kapalı ortamların etkisi başlıkları altında incelenmiştir.
Uzay boşluğu şüphesiz hiçbir canlı için yaşanılabilir bir ortam değildir. Dünya’yı radyasyondan koruyan Van Allen radyasyon kuşakları ve uzay boşluğunda bulunan radyasyon uzayda uzun süreli bulunan astronotların sağlığını etkilemektedir. Dünya’nın alçak yörüngesinde bulunan Uluslararası Uzay İstasyonundaki radyasyon seviyesi Dünya yüzeyinden yaklaşık 30 kat daha fazladır. Bu sebeple de uzay ortamında uzun süre bulunan astronotlarda kanser riski artmakta, merkezi sinir sistemi hasarları oluşmakta ve davranışlarında değişiklikler ortaya çıkmaktadır. İnsan vücudunun görünmez olan ve bu gruplar arasında belki de en sinsi etkiye sahip olan radyasyona adaptasyonu yok denilebilecek kadar azdır. Bu nedenle radyasyonun etkilerinden uzay yolculuğu yapan astronotları koruyabilmek için uzay araçları radyasyona dayanıklı üretilmekte ve astronotların kullanımı için radyasyon karşıtı ilaç araştırmaları devam etmektedir. Mars’ta gelecekte kurulması planlanan üsleri radyasyondan koruyabilmek için hidrojen ve su ile araştırmalar yapılmaktadır.
Uzayda sıkışık bir ortamda üzün süre tutulan insanlarda davranış değişikliklerinin olması kaçınılmazdır. İnsanlar yapıları gereği sosyal canlılardır ve uzayda uzun süreli görevlerde bulunan astronotların sosyal açıdan izole olacağı göz önünde bulundurularak bu konuda araştırmalar yapılmıştır. Uzun süre izole kalan insanlarda stres oluştuğu, uykusuzluk görüldüğü ve sirkadiyen ritimlerinin bozulduğu tespit edilmiştir. Bu duruma insan vücudunu adapte edebilmek için de astronotların yapmış olduğu iş dağılımı hakkında araştırmalar yapılmakta ve sirkadiyen ritmin bozulmasını engellemek için ışık terapileri oluşturulmuştur.
Mars Dünya’dan ortalama olarak 225 milyon kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Mars’a yapılması düşünülen üsler için de oluşacak sıkıntılardan birisi de bu yolculuğun yakın zamanlı geri dönüşü olmayacağıdır. Bu sebeple de uzun uzay yolculuğuna çıkan astronotların zihnen ve bedenen hazır olması gerekmektedir.
Yerçekimsiz ortamda uzun süre bulunmak ise insan vücuduna en belirgin etkiyi yaratan etmendir. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda uzun süre bulunan astronotların kas ve kemiklerinin eridiği, gözlerinin arka kısımlarında basıncın yükseldiği ve göz sinirlerinin dalgalanma yaptığı görülmüştür. İnsan vücudu yerçekimsiz ortama alışmak için vücuttaki sıvıları vücudun üst kısmında toplamaktadır bu da sonuç olarak soğuk algınlığına benzer burun tıkanıklıkları oluşturmakta ve boyun damarlarının bir miktar genişlemesine sebep olmaktadır. Ayrıca kulak içi kanallarda bulunan otolit taşlarının yerçekimini algılayamamasıyla mide bulantısı ve baş dönmesi ortaya çıkmaktadır. Bu durumla mücadele etmek için astronotlar uzayda düzenli olarak spor yapmaktadırlar fakat bu yine de kas ve kemik erimesini durdurmamaktadır. Uzun süreli yolculuklar için uzay araçlarında suni yerçekimi yaratan dönen bölmeler yapılması planlanmaktadır.
Doğal olarak uzay yolculuklarının insan vücudu için ağır sonuçları ve zararları vardır. Fakat yapısı gereği meraklı bir canlı olan insanoğlu için bu durumlar aşılamaz değildir. İnsanlık tarih boyunca gözlemleri ve araştırmaları sonucunda büyük yenilikler ortaya çıkarmış ve çıkarmaya devam edecektir. Uzay yolculuğu da bu yeniliklerden sadece birisidir. İnsanoğlu elbette gelecekte yıldızlar arasındaki yerini bulacak ve tarihe insanlığın izlerini bırakacaktır.
Barış Alp Gülmen
01.01.2020
Kaynakça:
https://evrimagaci.org/van-allen-kusagi-ve-uzay-gorevleri-6980
Kanas, Nick; Manzey, Dietrich (2008), "Basic Issues of Human Adaptation to Space Flight", Space Psychology and Psychiatry, Space Technology Library, 22: 15–48
https://web.archive.org/web/20090826230313/http://science.nasa.gov/headlines/y2002/25mar_dizzy.htm
Görsel: unsplash.com
コメント